KUDUS

KUDUS

27 Eylül 2014 Cumartesi

Kalk Kudüs'e gidelim!

Bazı şehirleri özlemek, tek gözlü bir odaya toplaşıp, annenin yaptığı sıcak tarhana çorbasıyla ısınmayı özlemek gibidir.

O şehirlerin sokakları, annenin ellerine benzer. Ağrıdan çatlayacak gibi duran alnını okşar durur gecenin bir yarısında. Annelerin duası varsa, şehirlerin de duası vardır mırıldanıp durduğu.

Bu baş ağrılarım beni öldürecek biliyor musun?
Kalk Kudüs’e gidelim..
Allah şehrine gidelim. Allah bizi gözetsin, korusun, kollasın Kudüs hatırına. Kalbimizin ağrısı, başımızın ağrısı, ruhumuzun ağrısı hafiflesin şehre yaklaştıkça.
Tarhana çorbası içer gibi içimize çekelim, gökyüzünde yaratılıp yeryüzüne indirilen bu şehrin sokaklarını. Kudüs’ün bulutlarından tespih yapıp “subhanallah” çekelim.

Peygamber sükunetine erelim şehrin sokaklarında. Tur’a çıkalım.
Bağıralım boğazımızı yırtarcasına; “Rabbimiz biz de aşk ehliyiz bize de yüzünü göster!”
Tur Dağı paramparça olsun, kalbimiz paramparça olsun aşktan.
Kalk Kudüs’e gidelim..

Yahya peygamberin yanında büyüsün çocuklar.
Elleri taş tutacak yaşa gelsin. Kalpleri aşk tutacak yaşa.
Sokaklarına atalım kendimizi. Adımızı söyleyelim kontrol noktalarında.
Horlanalım, ezilelim, bekleyelim saatlerce. Vazgeçmeyelim inatla.

Kalk Kudüs’e gidelim..
Çöp bidonlarının arasında dolaşalım.
Bak şu küçük çocuk var ya vuracaklar onu! Hani babasının arkasında duran.
Başını babasının sırtına dayayan çocuk. İşte o!
Vuracaklar birazdan onu. Çöp bidonlarının arasında dolaşalım.
Endişe etme çocukların kalbine değen kurşunlar sekmezler hiçbir yere.

Mescide gidelim. Yıkılacaksa üzerimize yıkılsın boşver.
Sen elimi sıkı tut korkma. Mescide gidelim.
Bir bayram namazı kılalım şehirle birlikte. Zekeriya’nın yanında saf tutalım. Ve Musa’nın ve İsa’nın ve Yakup’un.
Bekle birazdan Ömer de gelir buralara. Şu beyaz sakallı adamı görüyor musun?
İşte onun tekerlekli sandalyesini itelim birlikte. Nereye gitmek isterse oraya.
Hayfa’dan aldığımız portakalları ikram edelim, o çok sever.

Birlikte Zeytindağı’na çıkalım şehre bakalım doya doya.
Kalk Kudüs’e gidelim sevgilim…
Allah bizi gözetsin, korusun, kollasın Kudüs hatırına.
Kalbimizin ağrısı, başımızın ağrısı, ruhumuzun ağrısı hafiflesin şehre yaklaştıkça…

Tarık Tufan



12 Eylül 2014 Cuma

Hayalin Ufkunda Bir Minber

   

            Burak duvarının biraz ötesinde camekan içerisinde yedi kollu bir şamdan sergilenir. Yahudiler, menora ismini veriyorlar bu şamdana. Som altından yapılmış şamdan, ilahi ışığı temsil ediyor Yahudi inancına göre. Hepsi bu değil.Bir değer atfediliyor bu şamdana. Mescid-i Aksa yerine yapılacak Süleyman Mabedini aydınlatacak bu şamdan. Mabedin sembolü olarak bir hayali kamçılıyor, bir rüyayı hatırlatıyor Siyonist zihinlere. Ne zaman görsem içimyanarak Nureddin Zengi’yi hatırlarım. İnsan, hayallerinin sınırlarına dahil. Birinsan ki üç hayali var; ümmetin birliğini tesis, Kudüs’ün fethi ve İstanbul’un fethi. Kudüs işgal altında. Kudüs’ün fethi ümmetin birliğinden geçer daima. Nureddin Zengi, Mısır, Suriye, Filistin topraklarında dağılan birliği tesis eder ilkin. Sonra yüzünü Kudüs’e döner. Kudüs, bir minber mesafesi. Bir minber yaptırır Nureddin Zengi,  ahşap bir sanat  harikası. Bir değer yükler minbere, Kudüs’ü fethedecek ve minberi Aksa’ya koyacaktır. Fethin sembolü olur, minber. Ömrü elvermez Kudüs’ü fethe lakin meşale yanmıştır bir kere. Kudüs hala bir minber mesafesi. Selahaddin Eyyubi, yalnız bir devleti, bir tahtı değil aynı zamanda bir hayali de devralır. Minber, Selahaddin’in omuzlarında bir emanet gibi taşınır.  Ait olduğu yerdedir. Fetih  şimdi tamamlanmıştır.

          Muhayyilenin kazanımları bedel biçilemez kıymettedir. Bir muhayyileden sadır olan hayal; bir sembol, bir remz olarak maşeri vicdana mal olunca fethin yolu açılıyor.

          Ne minber yaptıran Nureddin, ne minberi devralan Selahaddin; Müslümanlar muhayyilenin perdesini kapattılar. Fatih, önce muhayyilenin perdesini aralayabilendir. Bir kutlu süreçtir fetih, hayalden remze; remzden fethe yol bulan.  

          Biz Müslümanlar, Kudüs’ü yeniden muhayyilenin malzemesi kılmak zorundayız. Muhayyilenin yani şiirin, edebiyatın, sanatın, sinemanın konusu. Kudüs bir hayal olarak zihinlerimizi fethetmeli ilkin. Sonra ortak muhayyilede bir remze dönüşmeli. Hakikate giden yol muhayyileden geçer, unutmamalı. Ve dahi hatırlamalı minber inince sahneden, şamdana yer açılır.

         Bugün Müslümanlar, Kudüs’le  sıhhatli bir ilişki kurabilmiş  değil. Kudüs, taşınması zor bir yük; çözümü imkansız bir problem; geçilmesi gereken birengel olarak algılanır ve kabul edilirse; ellerimizden kayıp giderken arkamızı dönüp yürüyebiliriz demektir. Bu problem odaklı bakış açısı yanlış bir dili de beraberinde getirmektedir.  Bu öğretilmiş dil sayesinde Kudüs, ya kan ve gözyaşının öznesi ya zulmün nesnesi haline getirilmiştir.

         Yeni bir dile ihtiyacımız var bugün; Sanatın diline Edebiyatın diline. Şiire söyletmeliyiz Kudüs’ü; romana hikayeye ; resme dökmeliyiz Kudüs’ü; tiyatroya,

sinemaya. Çocuklarımıza Kudüs masalları anlatabilmeliyiz. Masaldan sinemaya sanatın her dalında birinci sınıf eserler ortaya koyabilmeliyiz. Evrensel dil olan sanatın diliyle konuştuğumuzda, Kudüs, evrensel bir remze dönüşecektir.Kudüs, Aşkın, adaletin, estetiğin, erdeminsembolü haline geldiğinde;özgürleşecektir.

             

                                                                                                 Hilal Söylemez

           




KUDÜS’TE BİR ÖZBEK ŞEYHİ ABDÜLAZİZ BUHARİ



        2010 Ramazan ayıydı, İftar Sevinci programını seyrederken, bir yüzün ışıkhuzmesiyle aydınlandı yüzüm. Kendine mahsus tekke giysisi, tebessümlüçehresi, sohbete zevk katan şiveli Türkçesiyle, zarafet ve letafeti gözden kaçmayan bir insandı karşımdaki. Abdülaziz Buhari. Kudüs’te, Özbek Tekkesi Şeyhi.

        Kalbinden ibaretti insan. Dil, mazur. Konuşan kalpti.  Bir yıl sonra bu gün hatırlayınca yüreğimi kabartan… Ne ki zaman kalbe değmezdi. Asırlarınüstünden konuşuyordu: Siz Türkler, Mekke’ye, Kabe’ye gidiyorsunuz. Medine’ye Mescid-i Nebevi’ye gidiyorsunuz neden Kudüs’e Mescid-i Aksa’ya gelmiyorsunuz. O da sizin mescidiniz değil mi!  diyordu. Bu yangından nasibi ateşti kalbimin. Kızgın değildi oysa. Kırgın değildi. Merhametli ev sahibinin şefkatli davetiydi bu. Ne ki yanarak  söylenmişti.  

        Bu emanetin üzerinden çok zaman geçmemişti ki, bir akşam namazı sonrası Mescid-i Aksa’nın kapısında, o aydınlık yüzü tanıdı kalbim.  Anlattım olanları O’na. Siz çağırdınız ben geldim dedim. Güldü. Aydınlandı akşam. “ Çok şükür boşuna konuşmamışım dedi.

         İmam Buhari hz.’nin soyundan geldiğini, dört asır önce Osmanlının Kudüs’e bir tekke yaptırıp adına Özbek Tekkesi dediğini ve bu Tekkeyi bu soya emanet ettiğini  sonradan öğrendim. Bu uzun asırlar boyunca bütün sıkıntılara rağmen Kudüs’ü sadakatle bekleyen silsilenin son halkası Abdülaziz Buhari.

         Eski Kudüs denilen sur içinde, Harem-i Şerif’e komşu bu Tekke, üzerindeki Osmanlı tuğrası ve içinde sakladığı dört yüz yıllık el yazmalarıyla bir kültür mirasına da ev sahipliği yapıyor.

          Türkiye’den Kudüs’e gelip de   Tekke’nin çayını içmeyen olmasa gerek. Biz de misafiri olduk bir akşam. Tekkenin mimarisine, Buhari ailesinin samimiyetine hayran kaldık. Konuşması sakin, ses tonu yumuşak, latif bir insan Abdülaziz Buhari. Türkçesindeki kırıklık, O’nun çocuk safiyetine öyle yakışıyor ki doyumsuz bir zevke dönüşüyor sohbet. Asaletin en görünür tarafı vefa.

         İnsanların da iklimleri var şehirler gibi. Kudüs; letafet, asalet ve tevazun ahengiyle biçimlenen hüzün şehri. Tıpkı Abdülaziz  Buhari gibi. Biri insan diğeri şehir olsa da iklimleri bir.

        Sizi tanımasaydım hep eksik kalırdı Kudüs içimde.  Hayatınız, Kudüs sevginize şahit olarak yetecekken buna şehadetinizi de eklediniz.  Kabriniz, Tekke’nin bahçesinde dedelerinizin  kabriyle yan yana beklerken; biz sadakatinize  şahidiz.

                                                       

Hilal  Söylemez

30.08.2010

6 Eylül 2014 Cumartesi

Alınyazısı Saati

I
Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir.
Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri.
Altında bir krater saklayan şehir.
Kalbime bir ağırlık gibi çöküyor şimdi.
Ne diyor ne diyor Kudüs bana şimdi
Hani Şam’dan bir şamdan getirecektin
Dikecektin Süleyman Peygamberin kabrine
Ruhları aydınlatan bir lamba
İfriti döndürecek insana:
Söndürecek canavarın gözlerini
İfriti döndürecek insana

Ve Kudüs’ü terkettiğin o ikindi
Birinci Cihan Harbi günü vakti
Kan sızdırıyor kaburga kemikleri
Karlı dağlardan indirdiğin atların
Bir evde perdeyi indiriyor bir kadın
Mahşerin perdesini kıyametin perdesini
Ağlıyor yere inen saçları
Göğü yırtan kefen beyazı elleri

Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir.
Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri.
Yeşile dönmüş türbelerin demiri
Zamanın rüzgar gibi esen zehiriyle
Ve yatırlar patır patır kaçıyor geceleri
Boşaltıyorlar işgal edilmiş bir şehri boşaltır gibi
Kaçıyorlar Lut şehrinden kaçar gibi
Tuz heykele dönüşmemek için Tanrı gazabıyla
Susmuş minarelerin azabıyla
Yıkılmış cami kubbelerinin ıstırabıyla
Ve şehit kemiklerinin bakışı bir başka bakış
Artık burada taş bile durmak istemez
Ve ay’ı görmek istemez zeytin ağaçları
Eğilerek selamlamazlar hilali hurmalar
Artık ne Zekeriya ve ne İsa var
Sararmış bir tomar mı mucizeler
Ölülerin dirilişi şifa veren kelimeler
Ve ne de Miraçtan bir iz
Yerden yükselen kaya

Ve Kudüs şehri. Artık yer şehri, toprak şehri.
Bakır yaprakların, çelik göğdelerin, acımasız yüreklerin.
Demir köklerin, tunçtan ve uranyumdan dalların.
Kurşundan çiçeklerin şehri.
Gülle kusuyor ana rahmi
Bomba parçalıyor beynini bebeğin
Tanklar saldırıyor evlere bir anda ev yok tank var
Uçak var gök yok utanç var
Ve kime karşı bütün bunlar
Masum insanlara karşı
Binlerce yıl oturdukları yurtta kalmak isteyenlere karşı
Ve kim tarafından bütün bunlar
Romanın, Babilin, Asurun ve Firavunların
Ve nice milletlerin zulmünü görenler tarafından
Zalime olan öcünü mazlumdan almak
Zalim olmak ve en zalim olmak
Ve artık ne İbrahim ne Yakup ve ne Musa var
Tersinden okunan Tevrat hükümleri
Karaya boyanmış Mezmurlar

Ve Kudüs şehri. İçiyle ve ruhuyla suskun
Göklere kaçmış hayaliyle
Bir pervane gibi ışığa uçmuş gönlüyle
Bir başka aleme göçmüş hakikati
Tanrı katına varmış
İki elini kavuşturup divana durmuş
Hüküm istemiş

Yeryüzüne yeryüzü kadısına
Hüküm ki:
Haksız yere bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir

Ve haksız yere insan öldürenin cezası ölüm
Ve fitne, Arzı fesada verme, daha büyük suç adam öldürmekten

Fitne bastırılıncaya kadar savaşın!
Yeryüzünden fesat kalkıncaya kadar
Ey insanlık, ey insanlar
En gündüzden daha gündüz,
Hakikatten daha hakikat
Müslümanlar.
Sezai Karakoç

5 Eylül 2014 Cuma

Kudüs'ü Düşünme Saati

Kudüs'ü düşünme saatiniz gelince hep böyle olursunuz.
Katı, kalın, yalın ağırlığı ne kadar da somut duyarsınız! "Oh be! Ülkeme, Ortadoğu'ya, tüm yeryüzüne öğretisel bakabiliyorum" dersiniz.
Adeta tarihi taşıyor gibi; onurlu ama şimdi suçlu; başınız dimdik bir an sonra yerde; kalakalırsınız öylece. Yasa batmış Kudüs bu! Elinizi uzattınız; zincirleri mi kıracaksınız?
Yurtsuz kalan Filistinlilerin direniş ateşinin çıngıları göklere saçılır ve ıssız İstanbul gecelerinde toplarsınız bunları. "Bağımsızlık! Özgürlük!" seslerini canevinizde duyarsınız.
Kudüs'ü düşünme saatinizde, İstanbul güneye doğru akar, Kudüs de biraz kuzeye çekilir, içinizde gizli gizli konuşurlar, bir evrensel acıyı paylaşırlar, yeniden İstanbul kuzeye çekilir, Kudüs güneye çekilir. Bir kesin gerekliliği salt ülkeniz için değil, yeryüzü için de yaşamın değişmez, ebedi ölçütü sayarsınız.
Tam o anda, YÜCE ÖNDER'in MEDİNE YÜRÜYÜŞÜ'nü bir kez daha algılamak için, tüm duyarlığınızı, tüm bilincinizi, devindirmeye çalışırsınız. İnsana olan güveninizle içiniz genişleyip de yüzünüze erinç doluştu mu, sanatı edebiyatı tüm evrensel değerlerle sürekli olarak ölçümleyip öz'ü araştırma çalışmalarınıza iştahla koyulursunuz.
Kudüs'ü düşünme saatinizde, "zaman" hızla yepyeni bir devir yapar: "mekan" ırgalanır, çürümüş yerlerini kendi kendine oyarak atar. Tam vakti diyerek, o tan saatinde, içinizde kabara kabara akan ırmaklara tutar ağlar atarsınız. Sanatsal gizilgüçlerinizi, yılanların deri değiştirdikleri mevsimlerde çok özgül yapıtlarla insanlara sunmanın engin hazzını duyarsınız.
Tanık olduğunuz her acıyı, olayı, yangını, ihaneti, dirençsizliği, kaypaklıkları ayrıntılarıyla saptamak istersiniz.

Kudüs'ü düşünme saatinizde boynunuzu içine çeker, bir dere kenarındaki yeni düşünmeye uğraşan bir köylünün alçakgönüllü saflığını yüreğinizde duymaya çalışarak, Süleymaniye Camiine bakakalırsınız.
Nuri PAKDİL