KUDUS

KUDUS

17 Aralık 2014 Çarşamba

Makale* (2)








*Bu makale Mescid-i Aksa Sempozyumu adlı eserden alıntılanmıştır. 

Makale* (1)










*Bu makale Mescid-i Aksa Sempozyumu adlı eserden alıntılanmıştır. 

14 Ekim 2014 Salı

Bir insanın yalnızlığına benzer
En çok
Bir mabedin yalnızlığı...
Sağır bir ıssızlık
Ne yana dönsen
Ne yana baksan
İnsansızlık !



9 Ekim 2014 Perşembe

1987 yılında İsviçre'nin Basel şehrinde I. Siyonizm Kongresini düzenleyen, siyonizmin de kurucusu kabul edilen Theodor Herzl, kendinden 50 yıl sonra kurulacak İsrail Devletinin temelini o kongrede attı. O günün gecesinde günlüğüne şöyle yazmıştı;
“Ben Basel’de Yahudi devletini kurdum. Eğer şimdi bunu bağırarak söylersem herkes gülecektir. Ama belki 50 yıl içinde, bunun mutlaka doğru olduğunu herkes görecektir.”
Müslümanlar, Kudüs ve Mescid-i Aksa konusunda 50 yıllık, 100 yıllık planlar yapmadıkça, kendimizin görmeyeceğini bildiğimiz projelere önderlik etmedikçe Kudüs özgürlüğüne kavuşamayacak.



5 Ekim 2014 Pazar

Kudüs


Ağladım tükendi gözyaşım ağladım 
Ağladım mumlar bitti ağladım namaz kıldım 
Bitirdi beni vardığım rükular 
Sende Muhammed’i Yesuğ’u aradım 
Ey Kudüs Ey peygamberler kokusu 
Ey yerin göklere en yakın avlusu 
Ey Kudüs ey yolların ışığı 
Ey parmaklarını yakan güzel çocuk 
Ey Peygamber’in geçtiği gölgeli ova 
Hüzünlü gözlerinle ey kentlerin incisi 
Acıdır cadde taşları 
Acıdır müezzin sesleri 
Ey Kudüs ey sevdaya bürünen güzel 
Kimdir Kıyamet Kilisesi’nde çalan çanları 
Pazar sabahları 
Kim getirir çocuklara oyunları 
Milat gece yarıları 
Ey Kudüs ey kentlerin acılısı 
Ey gözkapakları arasında kabaran büyük 
gözyaşı (damlası) 
Kim durdurur düşmanları 
Sana karşı ey dinlerin gerdanlığı 
Kim siler kanları duvar taşlarından 
İncil’i kim kurtarır 
Kur’an’ı kim kurtarır 
Kim kurtarır İsa’yı İsa’yı öldürenlerden 
İnsanı kim kurtarır 
Ey Kudüs ey kentim 
Ey Kudüs ey sevgilim 
Yarın çiçek açacak limon ağaçları 
Açılıyor yeşil sümbüller zeytinler 
Gülüyor gözler 
Dönüyor giden güvercinler gene 
Tertemiz masmavi göklere 
Dönüyor çocuklar oyunlarına 
Babalarla oğullar buluşuyor 
Senin çiçekli tepelerinde 
Ey zeytin ülkesi ey selam ülkesi

Nizar Kabbani


2 Ekim 2014 Perşembe

Kudüs



Geceye ve kalbe hükmeden yağmurun ardından

Yıkanmış  sabaha göz açıp
Namaza ayarlı adımlarla
Yürümek
 taş şehrin sokaklarından
Öğretir İnsana 
Daima hüzündür
Perdeler güzelliği
Kaderin ardınca yürümenin bilgeliği... 

Gök, taş şehrin tül örtüsü 

Aralanınca perde

Dökülür mavi, gri üstüne 

Kurulur gök sofrası

Göğe bakarak yaşar İnsan bu şehirde

Taş zaman gök ve insan 

Keremli elin dokunuşunda

Bir araya gelir

Kurulur şehir

Bahttır

Usulca insan uzanır nasibine… 

 

Hilal  SÖYLEMEZ

 


27 Eylül 2014 Cumartesi

Kalk Kudüs'e gidelim!

Bazı şehirleri özlemek, tek gözlü bir odaya toplaşıp, annenin yaptığı sıcak tarhana çorbasıyla ısınmayı özlemek gibidir.

O şehirlerin sokakları, annenin ellerine benzer. Ağrıdan çatlayacak gibi duran alnını okşar durur gecenin bir yarısında. Annelerin duası varsa, şehirlerin de duası vardır mırıldanıp durduğu.

Bu baş ağrılarım beni öldürecek biliyor musun?
Kalk Kudüs’e gidelim..
Allah şehrine gidelim. Allah bizi gözetsin, korusun, kollasın Kudüs hatırına. Kalbimizin ağrısı, başımızın ağrısı, ruhumuzun ağrısı hafiflesin şehre yaklaştıkça.
Tarhana çorbası içer gibi içimize çekelim, gökyüzünde yaratılıp yeryüzüne indirilen bu şehrin sokaklarını. Kudüs’ün bulutlarından tespih yapıp “subhanallah” çekelim.

Peygamber sükunetine erelim şehrin sokaklarında. Tur’a çıkalım.
Bağıralım boğazımızı yırtarcasına; “Rabbimiz biz de aşk ehliyiz bize de yüzünü göster!”
Tur Dağı paramparça olsun, kalbimiz paramparça olsun aşktan.
Kalk Kudüs’e gidelim..

Yahya peygamberin yanında büyüsün çocuklar.
Elleri taş tutacak yaşa gelsin. Kalpleri aşk tutacak yaşa.
Sokaklarına atalım kendimizi. Adımızı söyleyelim kontrol noktalarında.
Horlanalım, ezilelim, bekleyelim saatlerce. Vazgeçmeyelim inatla.

Kalk Kudüs’e gidelim..
Çöp bidonlarının arasında dolaşalım.
Bak şu küçük çocuk var ya vuracaklar onu! Hani babasının arkasında duran.
Başını babasının sırtına dayayan çocuk. İşte o!
Vuracaklar birazdan onu. Çöp bidonlarının arasında dolaşalım.
Endişe etme çocukların kalbine değen kurşunlar sekmezler hiçbir yere.

Mescide gidelim. Yıkılacaksa üzerimize yıkılsın boşver.
Sen elimi sıkı tut korkma. Mescide gidelim.
Bir bayram namazı kılalım şehirle birlikte. Zekeriya’nın yanında saf tutalım. Ve Musa’nın ve İsa’nın ve Yakup’un.
Bekle birazdan Ömer de gelir buralara. Şu beyaz sakallı adamı görüyor musun?
İşte onun tekerlekli sandalyesini itelim birlikte. Nereye gitmek isterse oraya.
Hayfa’dan aldığımız portakalları ikram edelim, o çok sever.

Birlikte Zeytindağı’na çıkalım şehre bakalım doya doya.
Kalk Kudüs’e gidelim sevgilim…
Allah bizi gözetsin, korusun, kollasın Kudüs hatırına.
Kalbimizin ağrısı, başımızın ağrısı, ruhumuzun ağrısı hafiflesin şehre yaklaştıkça…

Tarık Tufan



12 Eylül 2014 Cuma

Hayalin Ufkunda Bir Minber

   

            Burak duvarının biraz ötesinde camekan içerisinde yedi kollu bir şamdan sergilenir. Yahudiler, menora ismini veriyorlar bu şamdana. Som altından yapılmış şamdan, ilahi ışığı temsil ediyor Yahudi inancına göre. Hepsi bu değil.Bir değer atfediliyor bu şamdana. Mescid-i Aksa yerine yapılacak Süleyman Mabedini aydınlatacak bu şamdan. Mabedin sembolü olarak bir hayali kamçılıyor, bir rüyayı hatırlatıyor Siyonist zihinlere. Ne zaman görsem içimyanarak Nureddin Zengi’yi hatırlarım. İnsan, hayallerinin sınırlarına dahil. Birinsan ki üç hayali var; ümmetin birliğini tesis, Kudüs’ün fethi ve İstanbul’un fethi. Kudüs işgal altında. Kudüs’ün fethi ümmetin birliğinden geçer daima. Nureddin Zengi, Mısır, Suriye, Filistin topraklarında dağılan birliği tesis eder ilkin. Sonra yüzünü Kudüs’e döner. Kudüs, bir minber mesafesi. Bir minber yaptırır Nureddin Zengi,  ahşap bir sanat  harikası. Bir değer yükler minbere, Kudüs’ü fethedecek ve minberi Aksa’ya koyacaktır. Fethin sembolü olur, minber. Ömrü elvermez Kudüs’ü fethe lakin meşale yanmıştır bir kere. Kudüs hala bir minber mesafesi. Selahaddin Eyyubi, yalnız bir devleti, bir tahtı değil aynı zamanda bir hayali de devralır. Minber, Selahaddin’in omuzlarında bir emanet gibi taşınır.  Ait olduğu yerdedir. Fetih  şimdi tamamlanmıştır.

          Muhayyilenin kazanımları bedel biçilemez kıymettedir. Bir muhayyileden sadır olan hayal; bir sembol, bir remz olarak maşeri vicdana mal olunca fethin yolu açılıyor.

          Ne minber yaptıran Nureddin, ne minberi devralan Selahaddin; Müslümanlar muhayyilenin perdesini kapattılar. Fatih, önce muhayyilenin perdesini aralayabilendir. Bir kutlu süreçtir fetih, hayalden remze; remzden fethe yol bulan.  

          Biz Müslümanlar, Kudüs’ü yeniden muhayyilenin malzemesi kılmak zorundayız. Muhayyilenin yani şiirin, edebiyatın, sanatın, sinemanın konusu. Kudüs bir hayal olarak zihinlerimizi fethetmeli ilkin. Sonra ortak muhayyilede bir remze dönüşmeli. Hakikate giden yol muhayyileden geçer, unutmamalı. Ve dahi hatırlamalı minber inince sahneden, şamdana yer açılır.

         Bugün Müslümanlar, Kudüs’le  sıhhatli bir ilişki kurabilmiş  değil. Kudüs, taşınması zor bir yük; çözümü imkansız bir problem; geçilmesi gereken birengel olarak algılanır ve kabul edilirse; ellerimizden kayıp giderken arkamızı dönüp yürüyebiliriz demektir. Bu problem odaklı bakış açısı yanlış bir dili de beraberinde getirmektedir.  Bu öğretilmiş dil sayesinde Kudüs, ya kan ve gözyaşının öznesi ya zulmün nesnesi haline getirilmiştir.

         Yeni bir dile ihtiyacımız var bugün; Sanatın diline Edebiyatın diline. Şiire söyletmeliyiz Kudüs’ü; romana hikayeye ; resme dökmeliyiz Kudüs’ü; tiyatroya,

sinemaya. Çocuklarımıza Kudüs masalları anlatabilmeliyiz. Masaldan sinemaya sanatın her dalında birinci sınıf eserler ortaya koyabilmeliyiz. Evrensel dil olan sanatın diliyle konuştuğumuzda, Kudüs, evrensel bir remze dönüşecektir.Kudüs, Aşkın, adaletin, estetiğin, erdeminsembolü haline geldiğinde;özgürleşecektir.

             

                                                                                                 Hilal Söylemez

           




KUDÜS’TE BİR ÖZBEK ŞEYHİ ABDÜLAZİZ BUHARİ



        2010 Ramazan ayıydı, İftar Sevinci programını seyrederken, bir yüzün ışıkhuzmesiyle aydınlandı yüzüm. Kendine mahsus tekke giysisi, tebessümlüçehresi, sohbete zevk katan şiveli Türkçesiyle, zarafet ve letafeti gözden kaçmayan bir insandı karşımdaki. Abdülaziz Buhari. Kudüs’te, Özbek Tekkesi Şeyhi.

        Kalbinden ibaretti insan. Dil, mazur. Konuşan kalpti.  Bir yıl sonra bu gün hatırlayınca yüreğimi kabartan… Ne ki zaman kalbe değmezdi. Asırlarınüstünden konuşuyordu: Siz Türkler, Mekke’ye, Kabe’ye gidiyorsunuz. Medine’ye Mescid-i Nebevi’ye gidiyorsunuz neden Kudüs’e Mescid-i Aksa’ya gelmiyorsunuz. O da sizin mescidiniz değil mi!  diyordu. Bu yangından nasibi ateşti kalbimin. Kızgın değildi oysa. Kırgın değildi. Merhametli ev sahibinin şefkatli davetiydi bu. Ne ki yanarak  söylenmişti.  

        Bu emanetin üzerinden çok zaman geçmemişti ki, bir akşam namazı sonrası Mescid-i Aksa’nın kapısında, o aydınlık yüzü tanıdı kalbim.  Anlattım olanları O’na. Siz çağırdınız ben geldim dedim. Güldü. Aydınlandı akşam. “ Çok şükür boşuna konuşmamışım dedi.

         İmam Buhari hz.’nin soyundan geldiğini, dört asır önce Osmanlının Kudüs’e bir tekke yaptırıp adına Özbek Tekkesi dediğini ve bu Tekkeyi bu soya emanet ettiğini  sonradan öğrendim. Bu uzun asırlar boyunca bütün sıkıntılara rağmen Kudüs’ü sadakatle bekleyen silsilenin son halkası Abdülaziz Buhari.

         Eski Kudüs denilen sur içinde, Harem-i Şerif’e komşu bu Tekke, üzerindeki Osmanlı tuğrası ve içinde sakladığı dört yüz yıllık el yazmalarıyla bir kültür mirasına da ev sahipliği yapıyor.

          Türkiye’den Kudüs’e gelip de   Tekke’nin çayını içmeyen olmasa gerek. Biz de misafiri olduk bir akşam. Tekkenin mimarisine, Buhari ailesinin samimiyetine hayran kaldık. Konuşması sakin, ses tonu yumuşak, latif bir insan Abdülaziz Buhari. Türkçesindeki kırıklık, O’nun çocuk safiyetine öyle yakışıyor ki doyumsuz bir zevke dönüşüyor sohbet. Asaletin en görünür tarafı vefa.

         İnsanların da iklimleri var şehirler gibi. Kudüs; letafet, asalet ve tevazun ahengiyle biçimlenen hüzün şehri. Tıpkı Abdülaziz  Buhari gibi. Biri insan diğeri şehir olsa da iklimleri bir.

        Sizi tanımasaydım hep eksik kalırdı Kudüs içimde.  Hayatınız, Kudüs sevginize şahit olarak yetecekken buna şehadetinizi de eklediniz.  Kabriniz, Tekke’nin bahçesinde dedelerinizin  kabriyle yan yana beklerken; biz sadakatinize  şahidiz.

                                                       

Hilal  Söylemez

30.08.2010

6 Eylül 2014 Cumartesi

Alınyazısı Saati

I
Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir.
Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri.
Altında bir krater saklayan şehir.
Kalbime bir ağırlık gibi çöküyor şimdi.
Ne diyor ne diyor Kudüs bana şimdi
Hani Şam’dan bir şamdan getirecektin
Dikecektin Süleyman Peygamberin kabrine
Ruhları aydınlatan bir lamba
İfriti döndürecek insana:
Söndürecek canavarın gözlerini
İfriti döndürecek insana

Ve Kudüs’ü terkettiğin o ikindi
Birinci Cihan Harbi günü vakti
Kan sızdırıyor kaburga kemikleri
Karlı dağlardan indirdiğin atların
Bir evde perdeyi indiriyor bir kadın
Mahşerin perdesini kıyametin perdesini
Ağlıyor yere inen saçları
Göğü yırtan kefen beyazı elleri

Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir.
Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri.
Yeşile dönmüş türbelerin demiri
Zamanın rüzgar gibi esen zehiriyle
Ve yatırlar patır patır kaçıyor geceleri
Boşaltıyorlar işgal edilmiş bir şehri boşaltır gibi
Kaçıyorlar Lut şehrinden kaçar gibi
Tuz heykele dönüşmemek için Tanrı gazabıyla
Susmuş minarelerin azabıyla
Yıkılmış cami kubbelerinin ıstırabıyla
Ve şehit kemiklerinin bakışı bir başka bakış
Artık burada taş bile durmak istemez
Ve ay’ı görmek istemez zeytin ağaçları
Eğilerek selamlamazlar hilali hurmalar
Artık ne Zekeriya ve ne İsa var
Sararmış bir tomar mı mucizeler
Ölülerin dirilişi şifa veren kelimeler
Ve ne de Miraçtan bir iz
Yerden yükselen kaya

Ve Kudüs şehri. Artık yer şehri, toprak şehri.
Bakır yaprakların, çelik göğdelerin, acımasız yüreklerin.
Demir köklerin, tunçtan ve uranyumdan dalların.
Kurşundan çiçeklerin şehri.
Gülle kusuyor ana rahmi
Bomba parçalıyor beynini bebeğin
Tanklar saldırıyor evlere bir anda ev yok tank var
Uçak var gök yok utanç var
Ve kime karşı bütün bunlar
Masum insanlara karşı
Binlerce yıl oturdukları yurtta kalmak isteyenlere karşı
Ve kim tarafından bütün bunlar
Romanın, Babilin, Asurun ve Firavunların
Ve nice milletlerin zulmünü görenler tarafından
Zalime olan öcünü mazlumdan almak
Zalim olmak ve en zalim olmak
Ve artık ne İbrahim ne Yakup ve ne Musa var
Tersinden okunan Tevrat hükümleri
Karaya boyanmış Mezmurlar

Ve Kudüs şehri. İçiyle ve ruhuyla suskun
Göklere kaçmış hayaliyle
Bir pervane gibi ışığa uçmuş gönlüyle
Bir başka aleme göçmüş hakikati
Tanrı katına varmış
İki elini kavuşturup divana durmuş
Hüküm istemiş

Yeryüzüne yeryüzü kadısına
Hüküm ki:
Haksız yere bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir

Ve haksız yere insan öldürenin cezası ölüm
Ve fitne, Arzı fesada verme, daha büyük suç adam öldürmekten

Fitne bastırılıncaya kadar savaşın!
Yeryüzünden fesat kalkıncaya kadar
Ey insanlık, ey insanlar
En gündüzden daha gündüz,
Hakikatten daha hakikat
Müslümanlar.
Sezai Karakoç

5 Eylül 2014 Cuma

Kudüs'ü Düşünme Saati

Kudüs'ü düşünme saatiniz gelince hep böyle olursunuz.
Katı, kalın, yalın ağırlığı ne kadar da somut duyarsınız! "Oh be! Ülkeme, Ortadoğu'ya, tüm yeryüzüne öğretisel bakabiliyorum" dersiniz.
Adeta tarihi taşıyor gibi; onurlu ama şimdi suçlu; başınız dimdik bir an sonra yerde; kalakalırsınız öylece. Yasa batmış Kudüs bu! Elinizi uzattınız; zincirleri mi kıracaksınız?
Yurtsuz kalan Filistinlilerin direniş ateşinin çıngıları göklere saçılır ve ıssız İstanbul gecelerinde toplarsınız bunları. "Bağımsızlık! Özgürlük!" seslerini canevinizde duyarsınız.
Kudüs'ü düşünme saatinizde, İstanbul güneye doğru akar, Kudüs de biraz kuzeye çekilir, içinizde gizli gizli konuşurlar, bir evrensel acıyı paylaşırlar, yeniden İstanbul kuzeye çekilir, Kudüs güneye çekilir. Bir kesin gerekliliği salt ülkeniz için değil, yeryüzü için de yaşamın değişmez, ebedi ölçütü sayarsınız.
Tam o anda, YÜCE ÖNDER'in MEDİNE YÜRÜYÜŞÜ'nü bir kez daha algılamak için, tüm duyarlığınızı, tüm bilincinizi, devindirmeye çalışırsınız. İnsana olan güveninizle içiniz genişleyip de yüzünüze erinç doluştu mu, sanatı edebiyatı tüm evrensel değerlerle sürekli olarak ölçümleyip öz'ü araştırma çalışmalarınıza iştahla koyulursunuz.
Kudüs'ü düşünme saatinizde, "zaman" hızla yepyeni bir devir yapar: "mekan" ırgalanır, çürümüş yerlerini kendi kendine oyarak atar. Tam vakti diyerek, o tan saatinde, içinizde kabara kabara akan ırmaklara tutar ağlar atarsınız. Sanatsal gizilgüçlerinizi, yılanların deri değiştirdikleri mevsimlerde çok özgül yapıtlarla insanlara sunmanın engin hazzını duyarsınız.
Tanık olduğunuz her acıyı, olayı, yangını, ihaneti, dirençsizliği, kaypaklıkları ayrıntılarıyla saptamak istersiniz.

Kudüs'ü düşünme saatinizde boynunuzu içine çeker, bir dere kenarındaki yeni düşünmeye uğraşan bir köylünün alçakgönüllü saflığını yüreğinizde duymaya çalışarak, Süleymaniye Camiine bakakalırsınız.
Nuri PAKDİL

29 Ağustos 2014 Cuma

Kudüs'e Adanan Bir Ömür; Şeyh Raid Salah



Tercihlerinden tanırız biz seni.
"Mescid-i Aksa'yı savunmayı terketmekle israil hapishaneleri arasında muhayyer bırakırsanız beni israil hapishanelerini seçerim" deyişinden...

Masada Tepesi’nden Zeytin Dağı’na: İsrail şiddetinin zihin kökleri

Muttalip Tütüncü - Yazar
Gazze’den gelen hiç ummadığı karşılıkla epey sarsılmış görünen ve saldırının dozunu sürekli artırmak zorunda kalan İsrail’in, bir ulus-devlet olarak köklerine Türkiye’de derinlemesine pek inilemedi. Köklerine inme iddiasıyla yapılan çalışmalar da Yahudiliğin köklerine iniş çabası olmaktan öteye gidemedi. Bir siyasal örgütlenme biçimi olarak ulus-devletlerin incelenmesinde öne çıkan hemen her özellik, sıra İsrail’i incelemeye geldiğinde hep Yahudi kimliğinin gölgesinde kaldı. Oysa İsrail de diğer devletler gibi bir ulus devletti ve Yahudilik, dışarıdan bakıldığında sanıldığı gibi İsrail toplumunu kusursuz bir biçimde bir arada tutmaya yeten bir çimento olmadı hiçbir zaman. Yeknesak gibi görünen ama Doğu ve Batı Avrupa, Rusya, Kuzey ve Latin Amerika, Afrika ve Ortadoğu gibi, kelimenin tam anlamıyla birbirinden farklı olan coğrafyalardan bu küçük toprak parçasına göç ettirilen ve bu coğrafyaların tüm farklılıklarını desen desen üzerlerinde taşıyan, minimum düzeyde ortak özelliğe sahip bir “Yahudi topluluğu”ndan, aynı dili konuşan, aynı kültür ve değerlere, ortak hedeflere, ortak bir tarihe, ortak bir gelecek tasavvuruna ve en önemlisi ortak bir düşman algısına sahip bir “millet oluşturmak” için, uluslaş/tır/ma sürecinden herhangi bir ulus-devlet kadar İsrail de geçti. Her ulus-devlet gibi İsrail de sahip olduğu toplumsal parçalılığı homojenliğe tebdil edebilmek için pek çok uluslaştırma aracı kullandı ki bunlardan biri de “kurucu mitler”dir. İsrail’in kullandığı kurucu mit(lerin en önde geleni) ise Masada Efsanesi’dir.
Masada efsanesi
Başbakanın Davos çıkışında referans gösterdiği Yahudi müzisyen ve yazar Gilad Atzmon bir makalesinde, Masada Efsanesi anlaşılmadan İsrail terörizmi anlaşılamaz, diyordu. Peki neydi Masada Efsanesi? Türkiye’de pek bilinmese de İsrail toplumu için önemli ve daima canlı tutulan bir mit Masada. İlkokul kitaplarından üniversite sıralarına varıncaya kadar özenle işlenen efsane şiir, tiyatro ve müzikallerin de en gözde temalarından biridir ve askerler yemin töreni için bugün halen millî bir varlık olarak korunan Masada tepesine çıkarılırlar.
İsrail resmî tarihine göre, -ki o da bu konuda tek bilgi kaynağı olan antik dönem tarihçisi Josephus Flavius’tan aktarır- hikaye kısaca şöyledir: Roma’nın Yahudiler üzerindeki egemenliğinin simgesi olan Büyük Herod, Kudüs ve çevresini ele geçirdikten sonra Sicarii isimli aşırı bir grup Yahudi, Roma’ya karşı ayaklanırlar ve Masada tepesini ele geçirirler. Doğal bir kale şeklinde olan tepe, bir yandan Roma zulmünden kaçan Yahudilere sığınak olurken diğer yandan da isyancı Yahudilerin Roma birliklerine karşı tertip ettikleri saldırılar için bir üs vazifesi görür. Sonunda tepe, büyük bir Roma birliği tarafından kuşatılır ve saldırı anına dek gün be gün kuşatmaya katılan asker sayısı artırılır. Kuşatma uzatılarak Yahudilerin kalede biriktirdikleri erzakın bitmesi beklenmektedir. Masada tepesindeki 967 Yahudiye karşı 10.000 ilâ 15.000 gibi ezici bir sayıda Roma askeri kuşatmadaki yerini almıştır. Bugün okul sıralarında İsrailli çocukların zihnine nakış nakış işlenen bu hikâyenin efsaneleşmesi tam da bu noktadan sonra başlar. Masada tepesindeki 967 kişi yenilginin kaçınılmaz olduğunu anladıklarında liderleri onları toplar ve bir konuşma yapar: Roma askerlerinin eline düşüp rezil ve zelil köleler olmaktansa burada onurlarıyla ölmeleri (kendilerini öldürmeleri) daha iyidir. Böylece hem kendilerinden sonra gelecek nesillere onurlu bir geçmiş bırakabilecekler hem de Roma ordusuna karşı “bir avuç cesur Yahudinin onurlu mücadelesini” tüm insanlığa duyurmuş olacaklardır. Ve böylece aynı durum “bir daha asla” vuku bulmayacaktır.
Ne var ki Yahudi inancında intihar yasaktır; ama formül, grubun lideri Eleazar ben Ya’ir tarafından bulunmuştur: “...Bırakın karılarımız kötü yola düşmeden, bizden önce ölsünler; bırakın çocuklarımız ölsün, köleliğin acısını tatmadan... Onları öldürdükten sonra da karşılıklı olarak birbirimizi öldürelim.”
Buna göre içlerinden küçük bir grup -bir rivayete göre 8, bir diğerine göre ise 11 kişi- oradaki herkesi öldürecek, daha sonra da karşılıklı olarak birbirlerini öldüreceklerdir. Ben Ya’ir tüm eşyaların yok edilmesini ancak yiyeceklere dokunulmamasını emreder:”Yiyecekler bizim ihtiyaçlar yüzünden ölmediğimizin kanıtı olacaktır. Böylece bizim asıl kararımız, yani ölmeyi köleliğe tercih ettiğimiz anlaşılacaktır.” Ve neticede Roma askerleri Masada’ya girdiklerinde 967 cesetle karşılaşırlar. Masada’nın düşüşü Büyük İsrail’in kuruluşuna kadar sürecek olan bir sürgün, esaret ve zillet döneminin başlangıcını temsil etmektedir. Böylece Büyük İsrail kurulduğunda sürgün sona erecek ve “Masada bir daha asla düşmeyecek!”tir.
İsrail’in psikolojisi
Siyonizm’in, efsaneyi toparlayıcı bir güç olarak kullanmayı seçişi ile birlikte, Masada Efsanesi 1920’li yıllarda Yahudi toplumu içinde öne çıkmaya başlar. Bu tarihten itibaren seküler Siyonizmin bu efsanenin zihinlere yerleşmesine büyük destek verdiği görülür. Hikâyeyi biraz derinlemesine ele aldığımızda analojiler yoluyla efsanenin seçiliş nedenlerine ulaşmak ve bugünkü İsrail militarizminin derinliklerine inebilmek mümkün; zira efsanede geçen Masada Tepesi ile bugünkü modern İsrail arasında bir takım benzerlikler bulunmakta ya da yöntem olarak bu tarz benzerlikler oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bu benzerlikleri anlamaya giden bir kapı aralandığında Masada’nın “milli efsane” olarak seçilişinin nedenleri ve bugün için ortalama bir İsrail’in psikolojisi de ortaya çıkmış oluyor.
Efsanede küçük ve yüksek bir tepe olan Masada’nın, Roma askerleri tarafından kuşatılmasıyla birlikte dışarı ile olan bağlantısı kopar. Yani tepe, düşman denizinin ortasında bir tür ada oluverir. Ada metaforu, zihin dünyasında bir yönüyle kurtuluşu diğer yönüyle de yalnızlığı simgeler. Hikâyede geçtiği gibi tepeye çıkanlar, düşman zulmünden selamete ermişlerdir. Keza onlara yardım edecek kendilerinden başka kimseleri de yoktur, bu adada tek başlarınadırlar. Bu tabloyu bugüne uyarladığınızda, etrafı düşmanlar ile çevrili ve hiçbir komşusu ile dost olmayan, düşman denizinin ortasında bir İsrail tablosu ile Masada’nın ne kadar benzeştiği görülür. (Rejimler için olmasa da tüm bölge halkları için İsrail hâlâ ve hep düşmandır.) Öte yandan “Vadedilmiş Topraklar” ve “Büyük İsrail” hedefinden hareketle, Siyonizmin Kudüs çevresinde kurmaya çalıştığı devlet, dünya üzerindeki Yahudilere yeniden kurtuluş vadeden bir “ada” mertebesine ulaşır. Tarih itibariyle, İsrail ulus-devletinin toplumsal tabanı -yani ulusu- olmaya namzet topluluklara verilen mesaj bu yolla oldukça etkili kılınmıştır.
Dikkati çeken diğer nokta, taraflar arasındaki amansız nicelik farkı. “Binlerce (10.000 ilâ 15.000) Romalı askere karşı sadece 967 kişi” vurgusu bugünkü modern İsrailli kimliğinin temel özelliklerinden birini teşkil eder. Bugün etrafı düşmanları tarafından “bir kere daha kuşatılmış” olan İsrail’in nüfusu, son verilere göre yaklaşık 7,8 milyondur; kuşatan “düşman kuvvetlerinin” (Mısır, Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün, Suudi Arabistan ve İran ) toplam nüfusları ise yaklaşık 260 milyon. Burada biraz ileri giderek kaba bir matematik hesap yaparsak, Masada’da direnmek zorunda olan topluluğun düşmana oranı ortalama yaklaşık yüzde 8 iken bugün İsrail nüfusunun, etrafını saran “düşmanlarına” oranı ise sadece yüzde 3. Bu açıdan “Masada’dakinden beter” bu durum karşısında İsrail toplumunda düşman merkezli bir algı ve yaşam biçimi oluşturmak çok zor görünmüyor. Bu da aslında İsrail toplumunun kimliğine şekil veren o meşhur milli söylemi, “yığınlara karşı bir avuç” söylemini besliyor. Ötekini daima bir düşman ve kendi bekasına yönelik bir tehdit olarak gören bu tür bir algıyla inşa edilen militarist bilincin mobilize ettiği kitlelerin, giderek daha ırkçı ve orantısız tepkiler vermekte oldukları, kolayca başvurdukları şiddeti son derece meşru kabul ettikleri görülüyor.
Masada’daki toplu intihar eylemi ise bugün ile benzerlik göstermeyen tek noktayı teşkil ediyor. Burada intihar, doğrudan bir benzetme değil, ulusal bilinci oluşturmak için süreci tersinden okuma aracı olarak kullanılıyor. Masada’daki grup, gelecek nesillere ve tüm dünyaya “Masada bir daha düşmeyecek!” mesajı vermek için intihar ediyorlardı. Modern ulusal bilinçte bu intihar önemli bir ortak/laştırıcı tarihî simgeyi oluşturuyor;  acı simgesini. Geçen yüzyılın ortasına kadar Avrupa’da Yahudilerin uğradıkları katliamlar modern dönemin ortak/laştırıcı acı simgesini teşkil ediyordu. İsrail toplumu bu acılar üzerinden ortaklaştırılarak, kökenleri ve sahip oldukları farklılıklar ne olursa olsun, ortak bir geçmiş ve gelecek tasavvuruna sahip bireyler haline getirilerek bir ulus olmaları amaçlanıyor. İşte bu noktada aşina olunan bir başka söylem çıkıyor karşımıza: “Bir daha asla!” Masada’daki katliamın benzerlerinin, örneğin Avrupa’da yaşananların, bir daha asla yaşanmaması için artık”her şey mubah” hale geliyor ve bu çarpan etkisiyle iki kat militarize olmuş bir toplum ortaya çıkıyor. Bir diğer farklılık, bu militarize toplumun Masada ve Avrupa tecrübesine karşı geliştirdiği modern formülde ortaya çıkıyor ki bu da militarist bakışın ve şiddet eğiliminin İsrail toplumunda ulaştığı bilinçaltı derinlik düzeyini gösteriyor: “If Israel goes down, we all go down” yani”İsrail düşerse, dünya da bizimle beraber düşer!”Yahudi toplumunun herhangi bir şekilde yeni bir kötü sonla yüzleşmesi gerekirse bu defa yalnız gitmeyeceği tehdidi, dünyaya verdiği “hep beraber gideriz!” mesajı Masada miti yoluyla İsrail halkında oluşturulan militarist bilincin şu aşamada hedefine ulaştığını gösteriyor.
Bugün İsrail’in saldırganlığını topyekun bir efsaneye bağlamak elbette makul ve mümkün değil; ancak görüldüğü üzere mevcut bazı özelliklerin tesadüften öte bir benzerlik arzetmesi, durumu incelemeye değer kılıyor. Masada, İsrail terörizminin kökeni ve psikolojisini anlamakta epey zihin açıcı bir efsane. Bu psikoloji anlaşıldığında ise İsrail’in tüm kural tanımazlığının geri planı biraz daha anlaşılır olacak.

SORU İŞARETLERİNDEN BİRİ

Zulumdur dinlenen başlarsa eğilmiş
Gömleğin üstüne kadar çıkmış kalpteki kara leke

Dikilsen dağların ötesini tutar elin
Bir iki tank çer çöp gözüne olmuş perde

Petrol ya da banker sellerinde boğuluyorsun
Külçe külçe dolar  ya da sefalet secden olacak yerde

O eski kadim iklim kimbilir nerde sürer
Perişan birkaç  evde kimbilir veliler dilinde

Oturup konuşalım şunu .Bulsun kelimem kelimeni
Eğer uyku daha aziz esirlik daha ehven değilse

Bir deli akıl çırpınıyor aramızda
Rızık korkusu can korkusu baş mesele

Çıplan dünyadan çıplan ve gövdenden
O büyülü çiçekleri yol arın bir kere

Başını eğmiş zalimleri dinlersin
Dersin'lokmam ellerinde'

Filistin bir sınav kağıdı
Her mü'min kulun önünde

De gerçeği yaz :Hakikat şehitliğe koşmaktır
De isyan çağır yolun açılır cennet köşelerine

Cahit Zarifoğlu

23 Ağustos 2014 Cumartesi

Mescid-i Aksa

Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu
Varıp eşiğine alnını koydum
Sanki bir yer altı nehr çağlıyordu


Gözlerim yollarda bekler dururum
Nerde kardeşlerim diyordu bir ses
İlk Kıblesi benim ulu Nebi’nin
Unuttu mu bunu acaba herkes


Burak dolanırdı yörelerimde
Mi’raca yol veren hız üssü idim
Bellidir kutsallığım şehir ismimden
Her yana nur saçan bir kürsü idim


Hani o günler ki binlerce mü’min
Tek yürek halinde bana koşardı
Hemşehrim nebi’ler yüzü hürmetine
Cevaba erişen dualar vardı


Şimdi kimsecikler varmaz yanıma
Mü’minde yoksunum tek ve tenhayım
Rüzgarlar silemez gözyaşlarımı
Çöllerde kayıp bir yetim vâhayım


Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Götür müslümana selam diyordu
Dayanamıyorum bu ayrılığa
Kucaklasın beni İslâm diyordu

Mehmet Akif İnan 

22 Ağustos 2014 Cuma

Kudüs'e Doğru

 Bir yol halidir nihayetinde sevda.

 Kudüs’ün yolu düşünce bir kalbe

 İnsan, eskisi değildir ki artık.

 Devam edebilsin yapageldiklerine.

 Yolcudur bundan böyle.

 bütün yollar,

 Kudüs’e doğru...

 “Kudüs’e Doğru”, bir yönelişin adı. Yolu Kudüs’e düştükten sonra geri

 dönemeyenlerin bildikleri tek şarkıyı beraber söyleme gayreti. Irak olanı yakın

 etme arzusu. Bize gösterilenin ötesinde başka bir Kudüs var, diyebilme cesareti.

 “Ey Kudüs ! Sen ayağımızda pranga değil. Başımızda taçsın.

  Sen imtihanımız değil. Talihimizsin.

  Yüreğimize yük değil, sevdamızsın.

  Sen Ey Kudüs ! sen canımızdan aziz” hitabıdır, seranatıdır.

  “Kudüs’e Doğru”, bir kareye bakmak bütün resmi görmeye engel değil diyen;

  gerçeği inkar etmeden, yaşanan zulmü görmezden gelmeden, insanı merkeze

  alan, hakikati gözeten, bütüne işaret eden bir “dil” kullanma ihtiyacı.

  Ya Yalnızca “kan ve gözyaşının öznesi” ya “zulmün nesnesi” Kudüs’e, karşı

  çıkma iradesi.

  Ve söylenecek sözlerden öte Hareme hürmet teklifidir.

ANNELER VE KUDÜSLER

Tûr Dağını yaşa
Ki bilesin nerde Kudüs
Ben Kudüs’ü kol saatı gibi taşıyorum

Ayarlanmadan Kudüs’e
Boşuna vakit geçirirsin
Buz tutar
Gözün görmez olur

Gel
Anne ol
Çünkü anne
Bir çocuktan bir Kudüs yapar

Adam baba olunca
İçinde bir Kudüs canlanır

Yürü kardeşim
Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin

(Ocak 1972)
Nuri Pakdil




21 Ağustos 2014 Perşembe


Mescid-i Aksa, 144 dönüm arazinin tamamına verilen isimdir. Harem-i Şerif'in bütünüdür. Bünyesinde Kıble Mescidi, Kubbetus-Sahra Mescidi, Kadîm Aksa Mescidi, Burak Mescidi, Mervan Mescidi, Medreseler, Kubbeler, Kemerler, Şadırvan ve Çeşmelerle birlikte zeytin ve selvi ağaçları bulunuyor.Mescid-i Aksa, 144 dönüm arazinin tamamına verilen isimdir. Harem-i Şerif'in bütünüdür. Bünyesinde Kıble Mescidi, Kubbetus-Sahra Mescidi, Kadîm Aksa Mescidi, Burak Mescidi, Mervan Mescidi, Medreseler, Kubbeler, Kemerler, Şadırvan ve Çeşmelerle birlikte zeytin ve selvi ağaçları bulunuyor.

19 Ağustos 2014 Salı


Kudüs daima böyledir; batıl ihtiyarlayarak sona yaklaşır, Hak büyüyerek geleceğe ulaşır.